Üç Arkadaş 3.Bölüm Tek Parça 720p HD

24 Ekim 2014 Cuma


Üç Arkadaş 3.Bölüm Tek Parça. Üç Arkadaş 3.bölüm tek parça 720p izle, Üç Arkadaş son bölüm full izle,

Üç Arkadaş,
Üç Arkadaş dizisi,
Üç Arkadaş dizi,
Üç Arkadaş 3,
Üç Arkadaş 3.bölüm,
Üç Arkadaş 3.bölüm izle,
Üç Arkadaş 3.bölüm tek parça,
Üç Arkadaş 3.bölüm fragmanı,
Üç Arkadaş yeni bölüm,
Üç Arkadaş izle,
Üç Arkadaş dizisi izle,
Üç Arkadaş dizisini izle,
Üç Arkadaş tek parça,
Üç Arkadaş son bölüm
Üç Arkadaş son bölüm tek parça
Üç Arkadaş 3.bölüm 3.kısım
Üç Arkadaş 3.bölüm 3.kısım
Üç Arkadaş 3.bölüm 5.kısım
Üç Arkadaş yeni dizi
Üç Arkadaş fragmanı
Üç Arkadaş 3.bölüm 3.kısım
Üç Arkadaş dizisi izle,
Üç Arkadaş dizisini izle,
Üç Arkadaş tek parça
Üç Arkadaş son böl
Üç Arkadaş 3.bölüm 5.kısım
Üç Arkadaş yeni dizi
Üç Arkadaş fragmanı
Üç Arkadaş 3.bölüm fragmanı
Üç Arkadaş 3.bölüm fragmanı
Üç Arkadaş fragman
Üç Arkadaş 3.bölüm hd izle
Üç Arkadaş seyret
Üç Arkadaş 43.bölüm

Zekat Konusunda Yaptığımız Yanlışlar

21 Nisan 2013 Pazar

Peygamberimiz yaşadığı dönemde, aynı zamanda devletin başkanıydı. Yani toplumu yöneten bir liderdi. Elbette devleti yönetirken, o devrin şartlarında, çağın gerektirdiği ölçüde, kanunlar Koymuştur. Bunları Kur an da aramamız ve bu güne bazı konuları, bire bir taşımamız beklenmemelidir.

Örnek vermemiz gerekirse.

6910 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam göçeğen kuşu (surad), kurbağa, karınca ve hüdhüd kuşunu öldürmeyi yasakladı."



6515 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Üzerinden bir yıl geçmedikçe, bir malda zekat yoktur" dediğini işittim."

Önce şunu söylemeliyim ki, vereceğim örneklerin hepsi rivayettir, doğruluğu konusunda kesin emin olamayız. Yukarıdaki iki rivayet hadis üzerinde düşünelim. İlk hadiste peygamberimizin bazı hayvan türlerinin avlanmasını, öldürülmesini yasakladığı söyleniyor. Dikkat ediniz bu türlü ve buna benzer yasaklar hükümler, din ile bağlantılı değildir. Günümüz de de belirli zamanlarda gerektiğinde, bazı hayvanların avlanması yasaklanır, daha sonra serbest bırakılır. Bunun mutlaka bir nedeni vardır. 


Gelelim diğer rivayete. Hz. Aişe validemiz, peygamberimizin üzerinden bir yıl geçmedikçe bir maldan zekât yoktur dediğini işittiğini söylüyor. Peki, bu sözlerden sizler, Kur an ın emrettiği zekâtımı anladınız, yoksa devlete verilecek vergiden mi bahsediliyor?


Önce bir konuyu tekrar hatırlatmak isterim. Peygamberimiz halkın, devletin başkanıydı. Toplumu yönetebilmek için, halktan vergi toplanması gerekliydi. Hatta hatırlayınız savaşlarda toplanan ganimetten, halkı yönetmesi adına gereken pay ayrılırdı. Sizlere bazı rivayet hadis örneklerinden bahsetmek istiyorum, konunun daha iyi anlaşılması için.

6519 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanların zekâtları (sürülerini suladıkları) su başlarında alınır. (Zekât memurları oralara gider, halk, zekâtını vermek için, zekât memurlarının ayağına gelmez)."

6516 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beş deveden aşağı mal için zekât yoktur. Beş okiyyeden az (gümüş için de) zekât yoktur. Beş vask miktarından az olan (hurma, üzüm ve hububat) için de zekât yoktur."

6521 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, (yerden çıkan mahsullerden) şu beş şeyden zekât verilmesini teşri buyurdu: "Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı."

6514 - İbnu Ömer ve Hz. Aişe radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekât) alırdı.

İlk yazdığım rivayet hadiste ne anlatılıyor? Müslüman ın zekâtlarını toplamak için ayaklarına gider ve malının başında alırlarmış. Dikkat ediniz bahsedilen hayvanların zekâtı tabiri kullanılıyor, ama bunu devletin memurları yapıyor ve yılda bir kez. Bahsedilen bu zekât fakire, olmayana verilen zekâtla, infakla hiçbir ilgisi yok. Kur an ın tarif ettiği zekât, infak çok daha farklı.

Hadis rivayetlerine dikkat ederseniz, zamanın bir gerekliliği olarak örneğin, beş deveden aşağı zekât yani vergi alınmayacağına, beş okiyyden az gümüş içinde zekât olmadığı hükmü verilmiş. Ama lütfen unutmayalım, bu kanunların dini emir olmadığını, bugün bizlerin kanunlarından, hiç farkı olmadığını bilmeliyiz.

Yine peygamberimiz yerden çıkan mahsulden, Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı dan, zekat verilmesi emrini verdiğinden bahsediliyor. Zekât diye bahsedilenlerin hepsi, devlete verilen vergiden başka bir şey değil. Günümüzde bahsedilen bu ürünlerden başka şeyler ekilmiyor mu? Elbette ekiliyor. Hatta topraktan çıkan, daha çok kıymetli neler neler var.

En son örnek verdiğim rivayet hadis ise, aslında zekât diye bahsedilen ve peygamberimizin hükmettiği vergiden başka bir şey olmadığını çok açık gösteriyor. 

(Her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekât) alırdı.)

Bunu alan devlet, yani peygamberimiz devletin idamesi için toplatıyor. Peygamberimiz bu hükmü verirken, toplumun ödeyebilecek şartlarına göre verdiği de açıktır. Bu konularda birçok örnekler var. Ama hiçbirisi dine ilave edilen ve gelecek zamanı kapsayan hükümler değil bunlar. Hepside peygamberimizin döneminde, devletin bekası için verilen kararlardır. Birçoğu peygamberimizin döneminde bile, değişikliğe uğramıştır zamanla.

Şimdi gelelim Allah ın bahsettiği zekâta, bir başka deyişle infak etmeye, yani yoksula yardım etmeye. Allah ın bahsettiği zekâtı hiç kimse toplamaz. Hatta ona bir sınırda koyamaz, çünkü Allah böyle bir sınır asla koymamıştır. Elbette tek elden toplanıp dağıtılabilirde, bunda bir yasakta yoktur. Yalnız zekâtın ne kadar verileceği konusunda bir miktar belirlenmemiştir. Allah özellikle bunu yapmayıp bizlere bırakarak, bu yolla bizleri imtihan etmektedir. Hele hele zekâtın yılda bir kez verilmesi emri, asla Kur an ın emri değildir. Allah yılda bir kez fakiri, yoksulu düşünmemizi sizce ister mi?

Allah zekâtı bolca fakirlere vermemiz için, teşviklerde bulunur Kur an da. Hatta zekât vermeyi kendisine borç verme olarak gösterip, yok mu bana bir borç verecek diyerek, zekâtın bolca verilmesini teşvik eder. 

Yakınlarımıza, imkânı olmayana yardım edilmesini, başak örneğiyle bizlere anlatarak, kat kat fazlasıyla karşılık bulacağımızı anlatır bizlere. Hiçbir zaman zekâtın, yılda bir kez verileceğinden bahsetmez. Kazancımızın kırkta birini verin diye, bir sınırda koymamıştır. Allah ın böyle bir hükmü de zaten yoktur.

Fakirin yılda bir hatırlanması, Rabbimizin adaletine de sığmaz. Çünkü Allah zekâtı, infak etmeyi, ihtiyacımızdan arta kalandan, her an dağıtmamızı emreder bizlerden. Yılda bir kez verilen, hadislerde geçen ve adına zekât denilen, olsa olsa ancak, devlete verilen vergiden başka bir şey değildir.

Bakın Allah zekât, infak etme konusunda, Bakara 219. ayetinde nasıl bir açıklama yapıyor. Üç farklı mealden veriyorum ki, Allah ın zekât yani infak konusunda bizlere ne emrediyor, daha iyi anlaşılsın.

([Allah yolunda] neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: O'nun için ayırabileceğiniz her şeyi. Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edebilesiniz.)

(Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "İhtiyaçtan fazlasını" de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.)

( Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin." Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.)


Ayetten de çok açık anlaşılacağı gibi, Allah infak yani olmayana zekât vermenin, miktarını bizlere bırakmış ve her zaman, imkânımızın nispetince bunu yapmamızı emretmiştir. Dikkat ediniz yılda bir, ya da kırkta bir gibi düşünceler, asla Kur an ın önerileri değildir. Anladığımız kadarıyla o günkü toplumlar, devlete kazandıklarından verdikleri yılda bir vergiye de, zekât ismini vermişler.

Konuyu özetlemek gerekirse, zekât verilecek malın cinsi önemli değildir. Allah böyle bir liste verip, şu ya da bu malın zekâtını verin şeklinde değil, tüm helal kazancımızın toplamından, ihtiyacımızdan arta kalanını, gerekli ihtiyacı olan yere, gerekli olduğu anda vermemizi önermiştir. Böylece malımızın, paramızın daha çok bereketleneceğini müjdelemiştir.

Tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum. Sizce Allah, bugün bizlere öğretildiği gibi, yılda bir kez, kazancımızdan zekât vermemizi bizlerden ister mi? Yılda bir fakiri, yoksulu doyurmayı, onların ihtiyacını karşılamamızı istediğini nasıl düşünür de, bu adaleti Rabbimize layık görürüz? Yorumunu sizlere bırakıyorum.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Türk köylerindeki katliam ve idamların fotoğrafları

16 Nisan 2013 Salı


Balkan Savaşları'na ait katliam görüntüleri ortaya çıkmaya devam ediyor.

1912 Balkan Harbi'nin bugüne dek gün yüzüne çıkmamış çarpıcı fotoğrafları, savaşın en korkunç yüzü yeni bir kitapla ortaya konuldu.

TÜRK KÖYLERİNDEKİ KATLİAM VE İDAMLARIN FOTOĞRAFLARI

Bu hafta Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya çıkarılacak "Balkan Harbi" adlı kitapta şehit edilen askerlerin, yaralı çocuk ve köylülerin, Türk köylerinde yapılan katliamların ve idamların fotoğrafları yayımlanacak. Ayrıca savaşta ekmeğini pişiren, cephede çay demleyen Türk askerlerinin fotoğrafları da dikkat çekiyor.
Habertürk'ten Özlem Yılmaz, haberinde kitapta, fotoğrafların yanı sıra savaşın arka planı, açlıktan ölen insanlar, savaş sonrası yaşananlar ve yapılan hatalar da aktarıldığını belirtiyor.. Vahşetin yanında, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ'a karşı 1912 – 1913 yıllarında mücadele eden Osmanlı devleti idarecilerinin kimi zaman izlediği tutarsız politikaların faturası da ortaya konuluyor.

KİTABIN KAPAĞINDAKİ +13 UYARISI

Prof. Dr. Cihat Göktepe'nin imzasını taşıyan kitap kapağında '+13' uyarısı dikkat çekiyor... Kitapta, "Eserde yer alan bazı fotoğrafların aşırı şiddet ve korku ihtiva etmesinden dolayı bu eser 13 yaş altı için uygun değildir" uyarısı yer alıyor. Prof. Dr. Göktepe, +13 uyarısı hakkında da, "Bazı fotoğraflarda şiddet görüntüleri o kadar fazlaydı ki, yayınlayamadık. Buna rağmen yayınlanan bazı görsellerin rahatsızlık meydana getireceğini düşündüğümüzden +13 uyarısı getirdik" diyor.

"FOTOĞRAFLAR İLK KEZ KAMUOYUNA ÇIKIYOR"

Kitabın yazarı Uluslararası Antalya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cihat Göktepe: "Balkan Savaşı'nın üzerinden 100 yıl geçti. Sosyal tarih açısından göç hareketi ve özellikle Türkiye'de asker- siyaset ilişkileri açısından içinde acıların, şiddetin yoğun olduğu ciddi bir laboratuvar olarak o dönemi inceledik. 6 ay sürdü. Fotoğrafların çoğunluğu ilk kez kamuoyuna çıkıyor. Çoğu kolleksiyoner Tunca Örses'ten temin ettik. Amacımız asla geçmişte yaşanmış acı olaylardan kin toplamak, kabuk bağlamış yaraları yeniden açmak, ülkeler arası düşmanlıkları körüklemek değil. Bunun günümüzde kimseye de bir faydası yok. Tarih, acılar bir daha tekerrür etmesin diye okunur."


Erdoğan'dan asker ailelerine maaş müjdesi


Başbakan Erdoğan yeni kanunlaşan düzenlemeler hakkında bilgi verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Erdoğan konuşmasında MHP ve CHP'ye yüklenirken, yapmış oldukları yeni düzenlemeler hakkında da bilgi verdi. Şehit yakınları, asker aileleri ve gazilerle ilgili yapılan düzenlemeleri anlatan Erdoğan, oğlu askerde olan ailelere de maaş müjdesi verdi.

script type="text/javascript" src="http://videonuz.ensonhaber.com/player/?oynat=63414">

İşte Erdoğan'ın o açıklamaları;
"Biz şehit yakınlarının gazilerimizin ne kadar hassas, ne kadar duygu yüklü bir iklim içinde olduğunu biliyoruz. Muhalefetin sıkça yaptığı gibi bu iklimi asla istismar etmiyoruz. 10 yılı aşkın süre boyunca, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize hak ettikleri değeri vermek için çok sayıda düzenleme yaptık.

DÜZENLEMELER KANUNLAŞTI

Geçtiğimiz yıl aile ve sosyal politikalar bakanlığımız bünyesinde ilk defa şehit yakınları ve gaziler dairesi başkanlığı kurduk. 43 ayrı mevzuata dağılmış düzenlemeleri gözden geçirdik. Görüşmeler yaparak onlardan gelen talepleri dikkatle ele aldık ve geçen temmuzda bir dizi düzenlemeyi kanunlaştırdık.

KILIÇDAROĞLU DÜZENLEMELERİ İYİ ANLASIN

Yeni bir düzenlemeyi de bugünden itibaren başlatıyoruz. 12 Şubat'ta gruptoplantımızda açıkladığımız düzenlemeleri maalesef CHP genel başkanıanlayamamış ve haftalarca gaf üzerine gaf yapmıştı. Kendisine, yapılandüzenlemeleri iyi incelemesini ve anlayarak açıklama yapmasını tavsiyeediyorum. Zaten çark sıfatını onun için koydular.

İSTİHDAM HAKKI 2'YE ÇIKTI

Terörle mücadele sırasında şehit olanların yakınları ile malul gazilerimizin birer istihdam hakkı bulunuyordu. Bu hakkı biliyorsunuz ikiye çıkardık. Şimdi ise TSK mensubu ve güvenlik görevlilerinden hayatını kaybedenlerin yakınlarına iki, malul olanlara ise bir istihdam hakkı getiriyoruz.
Ayrıca vazife malulu kapsamında bulunanlara da bir istihdam hakkı getiriyoruz.Ayrıca bunlardan sosyal güvencesi olanların da maaş hakkından yararlanmasına imkan sağlıyoruz.

MAAŞLAR ARTIRILACAK

Örneğin Güngören saldırısında hayatını kaybeden kardeşlerimizin yakınlarına bir istihdam hakkı geliyor. Aynı zamanda Bingöl'deki kardeşimize. Bu arkadaşlarımızın sosyal güvenceleri olsun olmasını maaş hakkına kavuşuyor.
Afyonkarahisar'daki o talihsiz patlamada şehit olan kardeşlerimizin yakınları sadece maaş alıyordu. Daha önce terörle mücadele kapsamında olanlara tanınmış olan, maaş artış imkanlarını şimdi tüm vazife malullerine sağlayacağız.

OĞLU ASKERDE OLAN AİLEYE MAAŞ

Evladı askerde olan ve ihtiyacı olana ailelere ayda 250 lira yardımda bulunacağız. Annesinin hesabına veya evliyse eşinin hesabına bu para yatırılacak."

Miraç Konusu ve Kur'an.

Bizler İslam ı yaşarken, Allah ın emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım uyarısını, ne kadar dikkate alıyoruz, işte bu çok önemli bir soru. 

Bugün sizlerle, günümüzde çok önemsediğimiz ve bizlere beş vakit namazın emredildiği anlatılan, MİRAÇ konusunu Kuran dan birlikte araştıralım. Daha sonra herkesin kendi nefsinde, bu sorunun cevabını vermesini istiyorum. Çünkü herkes kendi imtihanını yaşıyor ve yaptıklarından bizzat kendisi sorumludur.

Önce MİRAÇ olayının nasıl olduğunu, geleneksel İslamın bu konuyu nasıl anlattığını ve inandığını kısaca sizlere aktarmak istiyorum.


(Miraç, Recep ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.


Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.


Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine Hoş geldin dediler, tebrik ettiler.


Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.

Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.


Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı. Allah ümmetine neyi farz kıldı? diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam 50 vakit namaz buyurdu.


Hz. Musa'nın, Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.


Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.)


MİRAÇ konusunda anlatılanların bir özetidir yazılanlar. Bir kısım rivayet, peygamberimizin her Allah a geri dönüşünde, beşer vakit indirdiği de anlatılır. Şimdi yukarıdaki yazıyı Kuran ile karşılaştıralım acaba yazılanlar, söylenenler Kura na uyuyor mu? Önce miracın anlatıldığı yazının başından bir alıntı yapalım. 


(Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.) 


Bu satırlarda geçen, Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya peygamberimizin götürülüşü, Kuran da İsra suresi 1. ayetinde çok açıkça anlatılır. Ama nasıl götürüldüğü konusunda detay vermez.


Peki, daha sonra oradan semaya yükselmesi, acaba Kuran da neden hiç ama hiç bahsedilmez, bunu düşündünüz mü? Allah bu kadar önemli bir olayı, bizden saklamak isteyeceğini sanmıyorum. Peki, neden Kuran da bundan sonra olanlar, yani miraca yükseltilmesi geçmediği halde, hiç kuşku duymadan bizler buna inanabiliyoruz?

Şimdi bu sorunun cevabını aramaya devam edelim, eğer Kuran a uyan bir cevap bulursak, baş tacı elbette yaparız, yok Kura na uymuyorsa, ben şahsım adına kabul edemem. Çünkü Kura na uymayan, onun onayını almayan bir bilgiyi kabul etmenin, ardı sıra gitmenin hesabının zor verileceğini söylüyor Rabbimiz. Önce İsra suresi 1. ayeti yazalım, okuyalım ki daha iyi anlaşılsın.


İsra sur. 1. ayet: Bütün varlıkların tespihi o kudrettir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir parça olarak gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescit-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya/o en uzak secdegâha yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr.


Hatırlayınız, yukarıdaki ayeti örnek vererek, miraç bu ayetin devamında gerçekleşmiştir deniyor. Peki, neden Rabbimiz devamını yazmamış da, Kuran dışından rivayet bilgilerden öğreniyoruz, namazın beş vakit emredildiği, bu kadar önemli bir olayı, bunu lütfen iyice düşünelim.


Önce yukarıda yazdığım ve MİRACIN anlatılma şekli ve bilgileri üzerinde duralım birazda. Acaba gerçekten Allah kullarına 50 vakit namazı önce emredip, daha sonra Allah HÂŞÂ kullarının bu yükü kaldıramayacağını hesap edemeyip, peygamberimizin Hz. Musa ile karşılaştığında bu kadar vakit namazı ümmetinin güç yetiremeyeceğini söyleyip, Yaradan la pazarlık suretiyle, peygamberimizin namazı beş vakte düşürdüğüne inanmamız, sizce çok normal bir düşünce mi? Bu sözler, bu düşünce Kuran ın süzgecinden geçiyor mu? Elbette hayır. Hâlbuki bakın Allah, Kuran da ne diyordu hatırlayalım.


Bakara 286: Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar…..

Müminun 62: Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 


Peki, bu ayetleri gördüğümüz halde, nasıl olur da Allah ın bizlere 50 vakit namaz emredeceğine ve peygamberimizin pazarlık sonucu bunu beş vakte indirdiğine inanabiliriz? Yine yazıda geçen peygamberimizin semadaki yedi katı ziyaret ettiğini ve birçok peygamberle görüştüğünü, cenneti cehennemi gördüğünü, ikisi açıkta ikisi gizli olan nehirleri gördüğünü, Allah ın en yakın görevlisi Cebrailin bile gidemediği yere gittiğini, işin en ilginci ise (Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref olduğu.) anlatılmaktadır. 


Hâlbuki Kuran da, Allah ı görmek isteyen Musa peygamber ve buna benzer örneklerde, asla Yaradan ı çıplak gözle görülemeyeceğini, örnek ayetlerle açıklamasına rağmen, bakın neler söyleniyor. Yukarıda bahsedildiği gibi, peygamberimiz Kuran da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan onca gaibi bilgiyi biliyor mu, şimdi de onlara bakalım.


Enam Suresi 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"


Maide sur.109. ayet: Allah, resulleri bir araya getireceği gün şöyle der: "Size ne cevap verildi?" Şöyle derler: "Hiçbir bilgimiz yok. Gaybları en iyi biçimde bilen sensin, sen.


Yukarıdaki ayetleri, boşuna söylemesini istemiyor Allah bizlere. Bakın onlara şunu söyle diyor ve(Gaybı da bilmem ben) ama yukarıda o kadar gaybi bilgileri bildiğini saydık ki, düşünün Cebrailin bile gidemediği yere, peygamberimizi hiç bahsedilmeyen bir araçla, yani Rabbin huzuruna bile gittiğine inandık. Karar sizlerin, çünkü herkes yaptıklarından ve inandıklarından sorumlu tutulacaktır.


Şimdide de Miracı, İsra suresi birinci ayetin devamında olmuştur diyerek savunduğu düşünce, kendilerini çok fazla tatmin etmemiş ve kendileri de inandırıcı bulmamış ki, yine Kuran dan delil arayış içine girmişler ve bakın yukarıda saydığım tüm ayetlere uymaması, onları çok fazla etkilememiş olmalı. Şimdi yazacağım ayette bir kelimenin ardından, Miracı n kanıtını arar olmuşlar. Şimdi ayeti geniş bir şekilde yazalım ki, ayetin ne anlatmak istediğini doğru anlayabilelim.

(Necm suresi 1. Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza/fışkırıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı'na/aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene.2. Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı. 3. O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor. 4. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o. 5. Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona. 6. Akıl, güzellik ve güç sahibidir. Doğrulup dikildi. 7. En yüksek ufuktadır o. 8. Sonra iyice yaklaştı ve sarktı, 9. İki yayın beraberliği gibi, belki ondan da yakındı. 10. Böylece vah yetti kuluna vah yettiğini. 11. Kalp yalanlamadı gördüğünü. 12. Onun gördüğü şey hakkında kuşkuya düşüp onunla çekişiyor musunuz? 13. Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü. 14. Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında. 15. O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe. 16. O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran, 17. Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı. 18. Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.)

Yukarıdaki yazdığım ayetleri lütfen düşünün. Bu bahsedilen olaylar Miraç tamı geçmiş, yoksa Kuran ayetlerinin indirilişini mi anlatıyor? Ayeti okuduğunuzda zaten hemen anlaşılıyor. Allah Kuran ayetlerinin indirilişini bizlere anlatıyor. Parçalar halinde ağır ağır gelen bilgilerin, Kuran ayetleri için söylendiği zaten belli oluyor. 

Peygamberimiz içinde övgü var ve arkadaşınız ne saptı ne azdı diyor Yaradan. Ayrıca kendi kafasından konuşmadığını bu sözlerin yani Kuran ayetlerinin Yaradan ın sözleri olduğunu belirtiyor. Hatta açıkçada söyleyerek, indirilmiş bir vahiyden başkası değildir diyor. Peygamberimize de iyice bellettirildiğini açıklayarak, Kuran ın geldiği yerden bahsediyor ve onu getiren Cebrail ile peygamberimiz o kadar yakın oldu ki diyor ve örnek veriyor, iki yayın beraberliği gibi, hatta ondan daha yakın olduğunu söylüyor.

Peygamberimizin Cebrail i görmesi ile kalbinin de tastiklediğini, imanın daha da arttığı açıklamasını yapıyor. Sonunda ise bakın ne demek istiyor. Peygamberimizin gördükleri ayetler ancak Kitabın bir kısmıdır diyor. Demek ki Yaradan ın makamındaki kitabın bir kısmı ancak Kuran. 

Bakın bu ayetlerde Miraç dan asla bahsedilme yok, yalnız Kuran ın indirilişinden bahsediyor. Fakat ayette geçen ama günümüzde dahi tam olarak anlaşılmayan müteşabih bir ayet olarak genelde kabul edilen (Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında) cümlesini, işte bu Miraçta geçen yer denecek kadar zorlama ve delilsiz bir kanıt olarak gösterilmektedir. 

Hâlbuki bu sözün hemen öncesinde göğe çıkışı bırakın, tam tersine, bir başka inişte görmüştü sözüyle bu yerin yeryüzünde olduğu anlaşılıyor.( onu bir başka inişte de görmüştü.) Kuran a uymak yerine, Kuranı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Zorlamayla Kur;an dan delil aramak, gerçeklerin üstünü örtmektir. Buda bizi Allah a değil, şeytana yaklaştırır.

Şimdide miracı, yine Kuran ın diğer ayetleri ile karşılaştırarak, olup olamayacağını düşünelim. Bakın Allah Kuran ayetleri için ne diyor?

( İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kur an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.)

( Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.)


Bu ayetlere benzer onlarca ayet yazabilirim, sanırım bunlar yetecektir. Allah bizlerin anlayacağı şekilde yemin ederek, bu kitapta bizler için her benzetmeden nice örnekleri verdiğini, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. 


Hatırlayınız bizlere, beş vakit namazın farz olduğunu anlattıkları MİRAÇ ise, Kuran da hiç geçmiyor. Vermeye çalıştıkları delillerin, konu ile ilgisi yok. Peki, bu durumda Rabbin söylediği gibi, bir kez örneği dahi verilmediyse, açıklanıp izah edilmediyse, ona inanmamız normal midir dersiniz? Yine karar sizlerin, herkes kendisinden sorumludur. 

Miraç konusunda, Kuran dan delil aramaya devam edelim. Gerçekten Miracın oluşu, Kuran dan onay alıyor mu, onu aramaya devam edelim.

Bakın Yaradan neler söylüyor? Acaba bu sözleri söyleyen Allah, açıkça hiç bahsetmediği, detay vermediği bir konudan, hesap sorar mı sizce? Karar yine sizlerin.


Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.

Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.


Ankebut Suresi 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır


Zühruf Suresi 44 Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.


Allah bizlere vahyedilen Kuran a, sımsıkı sarılmamızı istiyorsa, Rabbimiz özellikle bizlere indirilene, uyun diye tembihte bulunuyorsa, elçisine verdiği görev de, yalnız indirdiğini tebliğ etmesi konusunda hüküm veriyorsa, Kuran ı yeterli görmeyen o devrin insanlarına bile Rahman kızarak, sizlere KURAN YETMİYORMU diyorsa, en son olarak Yüce Rabbimiz açıkça; 


(Bu kitaptan sizler sorumlu tutulacaksınız.) 


Diyorsa, sanırım söylenecek başka söz olmasa gerek. Allah bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, Kuran dışından sorumlu olacağımızı lütfen artık söylemeyelim. Çünkü bunu söylemek AÇIKCA RAHMANLA İNATLAŞMAKTIR, bunu da unutmayalım.


Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Miracın oluşundan, Allah ın Kuran da asla bahsetmediği, detay vermediğini peygamberimizin gördüğünü söyledikleri çok önemli detayları hatırlayınız. Bunların Kuran da bahsedilmediğini de düşünün. Daha sonra aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Sanırım birazcık düşünen, çok kolay anlayacaktır her şeyi.


Araf 33.; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır .

Düşünebiliyor musunuz, Allah ın Kuran da açıklamadığı, hakkında hiçbir delil indirmediği, Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylediği halde bizler, her gün neredeyse HARAM günahını işliyoruz. Hâlbuki Allah haram kelimesini, yapmamızı istemediği, hatta kesin sınarlar çizdiği adeta büyük günahları işaret edercesine saymıştı Kuran da bizlere. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlışlar bu kadar açık ve net. Yaradan bakın, emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin diye, bizi nasıl ikaz ediyordu.

İsra Suresi 36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.


Tek güvenilir ve Rabbin koruması altında olan kitabın, KURAN olduğunu söyler Allah bizlere. Emin olabileceğimiz garantili ve sorumlu olduğumuz tek bilginin Kuran olduğunu unutmayalım. Kura na uyan, onun süzgecinden geçen her sözü ve bilgiyi de, elbette kabul edelim. Emin olmadığımız ve Kuran ın onaylamadığı hiçbir bilgininde ardından gitmeyelim. Rabbin söylediği gibi, sorumlu olacağımızı unutmayalım.


Ben bana anlatılanları ve bu bilgiler Allah katındandır dediklerinde, Kur ana müracaat ediyor ve onun süzgecinden geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Yani kendi imtihanımda, bizzat kendim çaba harcıyorum. Rabbim utandırmasın.


Miraç konusunu da aynen öyle yapmaya çalıştım, ama bir türlü Rabbin süzgecinden, Kuran dan geçmedi, onay almadı. Yazdıklarım benim Kuran dan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen bu söylediklerimi bizzat kendiniz Kur anı anlayarak okuyup, doğruluğunu araştırmak olmalıdır.


Bizlerin asıl görevi, birilerinin söylediklerinin ardından gitmek değil, Rabbin ne söylediğini bizzat ilk kaynaktan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şunu asla unutmayalım ki, Allah anlayamayacağımız bir kitap, rehber gönderip, daha sonrada bizi sorumlu tutmaz. Bunu söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır. Tabi bu söylediklerim MUHKEM ayetler yani bizleri din ve iman adına bağlayan, Rabbin yapmamızı istediği ayetler içindir. Zaten Allah bu ayetlerin açık ve anlaşılır olduğunu ve bunlardan hesaba çekileceğimizi söyler. Bu ayetlerden bahsederken de, Kitabın anasıdır deyimini kullanır. Müteşabih ayetler ise, ilim adamlarının zamanla anlamlarını açığa çıkaracağı ayetlerdir. Bu ayetler dine hüküm koyan ayetler değildir.


Konuya ışık tutacağını düşündüğüm, Diyanet İşleri başkanlığı yapmış, Sayın Prof Süleyman Ateşin, Miraç konusunda sitesinden sizlere bazı alıntılar yapmak istiyorum. Bakın Sayın Süleyman ateş, neler söylüyor Miraç konusunda.

(Mirâcın ayrıntısı hakkında bundan az veya çok farklı rivâyetler vardır. Hepsini burada anmağa gerek görmüyoruz. Hepsinin omurgasını, Buhârînin rivâyetinde anlatılanlar oluşturmaktadır.

Ancak bu rivayette gerek metin, gerek anlam bakımından sakatlıklar vardır. Meselâ: Allah, vah yettikleri arasında senin ümmetine elli vakit namaz vah yetti cümlesi, üçüncü şahıstan, ikinci tekil şahsa geçmektedir. Sözü anlatan Enes tir. Allah, vah yettikleri arasında, onun ümmetine elli vakit namaz vah yetti denmesi gerekir. Keza Musa nın:Senin ümmetin, cesetçe, kalbce ve bedence daha zayıftır sözünde de aynı anlamda olan ecsâd ve ebdân yinelenmiştir. 

Buhârî nin rivâyetinde olay, Peygamber in, henüz peygamber olmadan önce gördüğü bir rüyâdan ibarettir ve âyette anlatılan İsrâ olayı ile bir ilgisi yoktur.

Allah namazı farz ettikten sonra Hz. Muhammed in, Mûsâ nın önerisini Cebrâîl e danışması ve onun önerisi ile beş kez Allah a dönüp Ya Rabbi bunu bizden hafiflet, hafiflet şeklinde itirazda bulunması, akıl ve mantığın alacağı bir şey değildir. Allah, verdiği emri henüz tebliğ edilmeden değiştirir mi? Değiştireceği şeyi neden emretsin? Verdiği emri şartların değişmesiyle değiştirmesi, yani nesh ve tebdîl etmesi, sosyolojik kurallara uygundur. Fakat emrini, daha tebliğ edilmeden, aradan zaman geçmeden geri alması, makul değildir. Kadîy(Abdul-Cebbâr) a göre bu, henüz yürürlüğe konmayan bir hükmü neshetmektir ki bidâdemektir. Bidâ, iyi olmadığı sonradan anlaşılan şeyi ortadan kaldırmaktır. Yani Allah, önce insanların, buna dayanamayacağını bilmeyip sonra bunu anlamış ve değiştirmiş, hafifletmiş demektir ki muhal(imkânsız)dır. Kabulü caiz olmayan düşünceleri taşıyan bu rivâyetin reddedilmesi gerekir. )


Yorum sizlerin. Sayın Süleyman Ateş e, bu bilgilerinizi neden Diyanet İşleri Başkanlığı yaparken topluma anlatmadınız diye sorduğumda, o zaman bazı gerçeklerin farkında olamadığını söylemişti bana. Cevabında ne kadar samimidir, onu Allah bilir.

Bugün yaşadığımız İslam, ne yazık ki peygamberimizin devrinde yaşanan cahiliye devrini hiç aratmıyor. Çünkü Kuran devre dışı kalmış, hurafeler din diye yaşanır olmuş. Allah yardımcımız olsun. 


Allah gönül gözleri açık, bakan değil gören, yalnız duyan değil hisseden, aklını kullanmasını bilen, tüm bu özellikleri Kur a nı anlamak için kullanan, kulları arasına bizleri de alması dileklerimle. 

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Rabbinden Sana Vahyedilene Uy

Değerli din kardeşlerim. Vakit geçiyor, emaneti teslim edeceğimiz o an, belki de çok yakın. Gelin hurafeden, batıldan uzak, elimizde Kur an onu anlamaya çalışalım ki, kurtuluşa erebilelim. Allah elçisine bakın ne diyor.

Tur 48: Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et.

Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.

Bu iki ayette Allah, sana sorulan konularda hüküm konusunda sabret diyor. Diğerinde ise, Rabbinden sana gönderilene uy. Bu konuda da Kur an da birçok örnekler vardır. Zıhar konusunu düşünün lütfen. Bir kadının peygamberimize gelip, eşinden dolayı yakınmasına karşı peygamberimiz, o devrin geleneği olan boşanma nedeni ZIHAR konusunda, bir çözüm getiremiyor, ama Allah sizi işittim diyerek, bu konudaki ayetini hemen indiriyor.

Aşağıdaki ayette, yukarıdaki ayetlerin onayı değil mi sizce.

Kefh 26: De ki: 'Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.

Dikkat ediniz lütfen, Allah kendi hükmüne kimseyi ortak etmez diyor. Tüm bu ayetlerden sonra, Allah ın vermediği hükümleri de, peygamberimiz vermiştir, onun hüküm verme yetkisi vardır diyebiliyoruz. Bakın bizlerin nereye iman etmemiz gerektiği söyleniyor.

Bakara 4: Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahi ret gününe de kesinkes inanırlar. 

Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Allah iman edenlerin, sana indirilene yani Kur ana iman ederlerdir diyor. Gerçek kurtuluşa erenlerin ise, Allah tan indirilen üzerinde olanlardır diyor. Buda apaçık Kur an dan başka ne olabilir? Bu durumda bizlerin sarılması gereken, yalnız Kur an olduğu apaçık anlaşılmıyor mu?

Allah bizlerin dostu, yol göstericisi, şefaatçisi bakın kim olduğunu söylüyor.

Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

Yine Allah bilerek, hakkı batılla karıştırmayın diye bizleri uyarıyordu hatırlayanız. Hatta Kur an ı kendi koruması altına aldığını da söylüyordu.

Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.

Batıl emin olmadığımız, Kur an ın onay vermediği bilgilerdir. Fakat bizlere bugün yüzlerce yıl öncesinden intikal eden, birbiriyle hatta çelişen rivayetlerinde, Allah koruması altında olduğunu söylemiyorlar mı?

Bakın aşağıdaki ayette Yaradan, bizlerin takip etmesi gereken yolu, sizce çok açık anlatmıyor mu?

Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır.

Değerli kardeşlerim, Allah apaçık ne diyor? Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir diyor.

Peki, bizler bu kadar açık ayetler karşısında neler söylüyoruz? Kur an tek başına yeterli değildir. Kur an da her şey yazmaz, herkes Kur an ı anlayamaz. Aman Allah ım bu ne cüret, bu ne saygısızlık, hala farkında değil miyiz yaptığımız yanlışın?

Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylüyor. Beşerin sözlerini doğrulamak adına, ne yazık ki bu ve buna benzer ayetleri görmezden gelebiliyoruz.


Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.


Ne dersiniz, bu ayetten dersimizi almadık mı hala? Peygamberimizin ne söylemesini istiyor Rabbimiz? Bana vahyedilenden başkasına uymam diyor. Bunu da söylemesini özellikle, Yaradan istiyor. Daha da dikkat çekici olan, peygamberimizin yetki ve sorumluluğunu açıkça söylüyor. Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Tüm bu gerçekleri hala görmemekte ısrar edenlere, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Allah bizlerin imtihan olduğumuz kitabın, Kur an olduğunu söylüyorsa, bu gerçeği de görmezden gelenler, Kur an ı anlaşılması zor, özet bilgi ve her şeyin olmadığı bir kitap ilan ediyorlarsa, edindikleri velilerin kitaplarına sarılarak, doğruya ulaşacaklarına inanıyorlarsa, gerçekleri gördüklerinde, iş işten geçmiş olacağını ve mahşer günü bakın nasıl bu üzüntülerini dile getireceklerini hatırlatırım.

Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin.


Furkan 29: Bana geldikten sonra Kur'an, vallahi o beni saptırdı." Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır.

Dilerim Rabbimden, o çetin hesap günü geldiğinde, pişmanlık yaşamayan, hurafeye değil Kur an ın ipine sarılan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Ana Dilde İbadet Konusu Ve Kur'an.

Ana dilde ibadet edebilme konusu, ne yazık ki diğer birçok konular da olduğu gibi tartışmalı ve karşılıklı atışmalarla geçmektedir. Bir kısım düşünce ana dilde ibadetin olamayacağını söylerken, bir kısmı ise Allah ı anlayarak ve bilerek ibadet etmemizi zaten Kur an istiyor, düşüncesiyle olabileceğini savunmaktadır. Biz iki düşüncenin de fikirlerine, delillerine bakalım, daha sonrada Kur an ın süzgecinden geçirip, kendimizce düşünüp doğrunun kararını verebilelim.


Önce ana dilde ibadet edebileceğimizi savunan düşüncenin öne sürdüğü delil ve fikirlerine bakalım.


(Namazda Kur an tercümesinin okunup okunmayacağı tartışmasında " OKUNUR " diyenlerin dayandıkları Sünnet kaynaklı belge, Büyük sahabe Salman FARISI nin yaptığı FATIHA tercümesidir.

Daha sonraki fıkhı tespitlere dayanak noktası yapılan bu belgenin, Imam -i Azam Ebu Hanife tarafından fetva mesnedi olarak kullanıldığı, Hanefi fıkhının temel kaynaklarından biri olan SERAHSI nin el-Mebsut adli eserinden öğreniyoruz.


Belge şudur: İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber in seçkin arkadaşlarından biri olan İran asilli Selman Farisi Namaz sırasında Fatiha suresinin özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine Fatiha nin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırkdaşlarına, bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha yi Farsça ya çevirerek kendisine bas vuran kişilere göndermiştir ( Bk. Serahsi; Mebsut,1/36. 37 )


Üzerinde olduğumuz konunun Sünnet açısından durumunu daha da önemli kılan başka bir belge vardır:

Salman Farisi arkadaşlarının Kendisine başvurması üzerine, Fatiha yi Farsça ya çevirip onlara vermeyi düşündüğünü Peygambere arz etmiş ve ondan onay aldıktan sonra işe girişmiştir. ( Bk. Tacu's-seria; Nihayetu Hasiyeti'l-Hidaye, Kiraat bölümü; Abhülhayy el-leknevi, Hidaye serhi, Dehli,1915 baskisi, sy,86.not:1;MUHAMMED Hamidullah; Kuran-i kerim tarihi, sy;108 )


Ehlisünnet İnancının temel kabullerine göre, sahabelerin tümü MUKTEDA BIH ( Kendisine uymak dinen caiz olan müctehid ) Durumunda olduklarından, her birinin fetvasıyla ibadet geçerlidir.

Buna göre Selman in uygulaması başka hiç bir kanıt aramaksızın, Fatiha nin çevirisi ile ibadet edilmesini sağlamaya yetecektir. Nitekim Hanefi fıkıhçılar Fatiha nin çevirisi ile Namazın geçerliliğine HÜKMEDERKEN sürekli bicimde Selman in uygulamasına atıf yapmışlardır.


SAFII FAKIHI MUHAMMED B. Abdurrahman ed-DIMASKI nin eseriden Konuyu ustalıkla özetleyen bir kaç satiri vermek istiyorum:

IMAM-I AZAM EBU HANIFE söyle demiştir:

Namaz kılan kişi isterse Arapça özgün metni okur, isterse Farsça çevirisini. 

Ebu Hanife nin Baş öğrencilerinden olan İmam Ebu Yusuf ve İmam MUHAMMED söyle demişlerdir:

Eğer fatiha yi Arapça metninden güzel okuyabiliyorsa Başka bir şeyi veya fatiha nin çevirisini okuması yeterli olmaz. Ama eğer Arapça metni güzel okuyamıyorsa, Fatiha nin kendi dilinden çevirisini okur. Bu da onun için yeterli olur. (Dimaski, MUHAMMED b. Abdurrahman; Rahmetu'l-Umme fi Ihtilafi'l-Eimme, Kiraatu's-Salat Bahsi )


Hanefi Fıkhının babası ve birinci derecede söz sahibi olan Imam-i Azam ın Kuran tercümesi ile ibadet meselesindeki Görüşleri ACIK ve KESINDIR :


Arap dilini bilen ve Kuran ı güzel bir telaffuz ile okuyabilenler de dâhil, namazda Fatiha yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir. 

Büyük imam ın Bu fetvası herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve genel bir FIKHI görüştür. BIR GENEL FETVADIR.

İmamı Azam ın bu fetvasına göre, bir Müslüman örneğin Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kuran ın çevirisi ile namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden bir Mazeret istenmez.

İmamı Azam Görüsünün Hanefi FUKAHASINCA ayrıntılanan gerekçesi söyle özetlenir.


Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas Kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır. Hiç kuskusuz O,öncekilerin Zübürlerinde de vardı ( Şuara suresi,42 ) Buyrulması da bu gerçeği gösterir.


O halde esasi itibari ile mana olan KURAN ı Arapça lafız yerine, başka lafızlardaki çevirisinden Okumak mümkündür.


Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir.

Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihur- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: Mazeret halinde Kur ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur ân ın Farsça tercümesini okurdu.



Şimdide ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin, bu fikre karşı ne söylediklerini görelim.


İmam-ı Azam a, İran da yaşayan ve kitle halinde Müslümanlığı seçen bir topluluktan şöyle bir talep gelir.

Biz Müslüman olduk ancak Arapça bilmiyoruz. Kendi dilimizde ibadet edebilir miyiz?

Büyük İmam şu fetvayı verir:

Orijinal metinlerini ezberleyene kadar kendi dilinizde ibadet edebilirsiniz.

Cevap gayet açık ve nettir. İmam-ı Azam, anadilde ibadet konusuna ancak böyle bir durumda; o da orijinal metnin ezberlenmesine kadar ruhsat vermiştir.Bunun dışında, anadilde ibadet konusunda bir ruhsat yoktur.


Bir başka düşüncede fikrini söyle anlatıyor.


(Öncelikle ibadetten kastın ne olduğunu ifade etmek lâzım. Eğer kişi dua edecekse bunu ana dilinde yapmasında hiçbir beis yoktur. Yalnız Arapça dua makbul olsaydı, pek çok insanın Allah a sığınma ihtiyacı karşılanamaz, Arapça öğrenemeyenler dua gibi büyük bir hazineden mahrum kalırlardı. Bu durum elbette hikmet ve hakikate muhalif olacağından, her dilde dua edilmesi caizdir.

İmanı elde eden insan mânisiz, müdahalesiz, engelsiz; her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde rahmet hazinelerinin maliki ve mutluluk definelerinin sahibi olan ezel ebed padişahının huzuruna girip ihtiyaçlarını arz edebilir; dua vesilesiyle Allah ın nihayetsiz rahmetini bulup, sonsuz kudretine dayanarak mükemmel bir ferah ve süruru kazanabilir. İşte bu kapı Almanca ile de açılır, Fransızca ile de açılır, Felemenkçe ile de Türkçe ile de açılır.
Madem öyledir; o hâlde namazı da anadilimizle kılalım, namaz surelerini Türkçe okuyalım denilirse bu son derece tehlikelidir, İslâm ın ruhuyla ters düşmektir, daha açık ifadeyle bidâtttır, sapıklıktır.)


Yukarıda sizlere naklettiğim, ana dilde ibadeti kabul eden ve kesinlikle karşı çıkan iki düşünceyi gördük. Doğrusu bizler ne yazık ki aklı bir kenara koyup, beşerin rivayetleri ne göre iman etmeyi, daha uygun görmüş ve Kur an ne söylüyor, Rahman ne anlatıyor diye çok fazla merak etmemişiz.

Ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin, verdiği örnek düşündürücüdür. İmamı Azamın geçici olarak ana dilde ibadetini normal gören, fakat daha sonra Arapçayı öğrenme mecburiyeti getirmesini normal karşılayan düşünceyi, bana göre iyi analiz etmeliyiz. Acaba bir beşer, bu her kim olursa olsun. Rabbin vermediği bir ruhsatı, izni geçici olarak kullanabilir ve bunu geçici meşru kılabilir mi?

Gelin bu konuyu yukarıdaki bilgiler ışığında değil, Rabbin rehberinden yola çıkarak anlamaya ve düşünmeye çalışalım. Çünkü yukarıdaki rivayet ve hadis bilgileri dâhil, yani ana dilde ibadete onay veren bilgilerde, karşı çıkan düşüncede beşerin nakil yoluyla ilettikleridir. Her iki düşüncede yanlış olabilir, yada doğru olabilir, çünkü en emin yol, gerçek kanıt KUR AN dır. Bizler kesin kanıtları, delilleri ne olursa olsun Allah ın rehberinden aklımızla, mantığımızla bulmalıyız. En doğru, en emin yolda budur. 

Kur an ı anladığı dilden okuyan bir insan, onlarca ayetinde, Allah ın bizlere indirdiği ayetleri düşünmemizi, akıl yoluyla mantığımızı kullanmamızı emreder. Yani ben ayetleri indirdim, koşulsuz inanacaksın demek yerine, ayetlerimi okuyun, düşünün aklınızı kullanın der Yaradan bizlere. 

Bunu söyleyen Allah, tüm yarattığı kullarının kendi ana dilinde, indirdiği Kur anı okumasına karşı çıkar mı? Bundan dolayıdır ki bizler, İslam dini için, AKIL DİNİDİR DERİZ. Gelin bizde böyle yapalım ve bu konuyu bizzat kendimiz Rabbin rehberinden yola çıkarak, acaba Allah ana dilde ibadet etmemize izin veriyor mu, bunu anlamaya çalışalım.

Bildiğiniz gibi Allah ın ilk emri okumaktır, peki nasıl okumak diye bir soru gelir hemen akla. Bakın Allah nasıl okumaktan bahsediyor.

Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Allah acaba bizlere gönderdiği kitabı gereği gibi okumakla, neyi kastediyor olabilir. Çünkü ona iman edenlerin onu gereği gibi okuyacaklarını söylüyor. Bizler çocuklarımıza ders çalışmaları konusunda uyarırken, ne söyleriz? Oğlum ya da kızım, elindeki kitabı doğru dürüst, gerektiği gibi oku, yani anlayarak oku, aklın başka yerde olmasın deriz. Öğretmenin soru sorduğunda, doğru cevap veresin diye uyarırız çocuklarımızı. 

Hemen düşünelim, bizler KUR ANI gereği gibi yani anlayarak, tüm ayetler arasında bağlantıyı kurup, Rabbin ne söylediğini, bizlerin nasıl bir insan olmamız gerektiğinin tebliğini anlayabilmemiz için, hangi dilden okumalıyız? Arapça dersek, biz Arapça bilmiyoruz, bu durumda gereği gibi okumamız mümkün değil. Günümüzde hatırlayınız kurslarda Kur anı okumasını öğretiyorlar, acaba gereği gibi mi okuyoruz dersiniz? Demek ki gereği gibi okumak ve anlayabilmek için, anladığımız dilden okumamız şart. Çünkü anlamak ve düşünmek Kur an ın birinci şartı. Şimdide Nisa suresi 82. ayete bakalım.

Nisa 82: Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.

Allah çok açık ve net, bizlerin Kur an ı anladığımız dilden okumamızı istiyor. Yoksa Kur anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı der mi? Anlamını bilmeden okuyan, ayetler hakkında nasıl düşünsün ve anlasın. Bir örnek daha vermek istiyorum, sanırım bu ayetten her şey anlaşılıyor.

Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.

Yüce Rabbimiz, sizlere rehber olsun diye indirdim dediği kitap tan, huzuruma geldiğinizde hesap soracağım diyor bizlere. Bu durumda Allah Kur anı nasıl okumamızı istiyor olabilir? Tabi dikkatle okuyup, anlayarak okumamızı istiyor. Buda anladığımız dilden okumakla olur. Bunun tersini nasıl düşünür de savunuruz? 

Şimdide şunu düşünelim, acaba Kur an ın vermek istediği bilgiler, öğütler, Arapçanın sözcüklerinde mi, yoksa anlatmak istediği manasında mıdır? Allah yemin ederek sizler için kolaylaştırdım Kur an ı diyorsa, açık ve anlaşılır gönderdim açıklamasını da yapıyorsa, elbette gizli manaları olacak şekilde, herkesin anlayamayacağı bir tarzda muhkem ayetleri göndermesi de, mümkün olmayacaktır.

Kur an ın başka dile, tam olarak çevrilmeyeceğini savunup, Kur an da ki bir kelimenin anlamı, başka hiçbir dilde karşılığının olmadığını söylemek, Allah ın tüm âleme, kâinata, cihana anlayacağı bir kitap göndermemiş demekle aynıdır. Eğer bunu savunursak tüm âlemi Kur anın güneşinden, rehberliğinden mahrum bırakmış oluruz ve Kur anın anlatmak istediği manasından, anlamından uzaklaştırıp, Arapçanın dilini kutsamış oluruz, bunu da unutmayalım. Bunun tersini düşünmek, Rabbin adaletini sorgulamak olur. Zor anlaşılır, hiçbir dile çevrilmeyen bir kitap gönderip, daha sonra hesap sormak, Rabbin adaletine asla sığmaz.

Bir yazarın yazdığı kitap, tüm Dünya dillerine çevrilebiliyor ve tüm insanlık faydalanıyorsa, Allah katından gelen kitaba her dile çevrilemez, çevrilirse anlamı bozulur demek, KUR AN IN evrenselliğine balta vurmak olur. Rabbim bundan korusun bizleri. Düşünün lütfen bir Almanı ya da İngiliz i İslam a davet etmek, Kur an ile buluşturmak istediğimizde, onlara önce Arapça öğreneceksin dersek, onları Kur an ile buluşturabilir miyiz?

Aslında çok fazla örnek verilebilir, fakat ana dilimizde namaz kılarken, ibadet yapabileceğimize dair, apaçık kanıt aşağıdaki ayette sizce çok açık anlaşılmıyor mu? Yazımızın başında ana dilde ibadeti namaz dışında dua ederken savunanlar, Yaratıcımızdan namazlarında nasıl yardım isteyecek? Arapça dışında namazda, Allah tan yardım istenmesi mümkün olmadığını savunursak, Arapça bilmeyen Allah tan namazla yardım isteyemeyecek mi? Lütfen ayetler üzerinde düşününüz.

Bakara 153: Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.

Sizlere sormak isterim, eğer namazlarımızda Kur an dilinden başka bir dil kullanılmaz diyor ve bunda iddia ediyorsak, acaba Arap olmayanlar, namazlarında nasıl Yüce Rabbimizden çok özel isteklerini, yardımı dilesin? 

Şimdi birisi çıkıp şöyle diyebilir. Nasıl dua edileceğine dair ayetler var, onları okusun. Doğrudur duaların en güzeline birçok örnekler vardır Kur an da. Bende hemen sormak isterim, acaba Allah böyle bir sınırlama yapmış mıdır? Yani size dua edecek örnekleri verdim, yalnız onlarla dua edin mi demiştir? Elbette hayır, Yüce Allah her konuda namazla kendisinden yardım istenebileceği kapısını, ardına kadar açık bırakmıştır bizlere. Aklımıza ne gelirse, her yardımı Yüce Rabbimizden namazla dileyebiliriz, hem de anlayarak, bilerek, huşu ile. Namazlarımızda illaki şunları ya da bunları okuyacaksın demek, namazın özüne aykırıdır.

Bizlere farkında olmadan, Arapçanın kutsallığı öğretilmiş. Hatta bugün birileri Arapçanın cennet lisanı olduğunu dahi söylemiyor mu? Bu bilgi nereden diye soran bile yok. Hatırlayınız lütfen, namazlarımızda Kur an ayeti olmayan bazı duaları da Arapça okuyoruz. Peki neden? Hadi ayetleri orijinalinden okuduk, peki beşeri duaları neden Arapça okumak zorundayız? İşte bu sorunun doğru cevabını bulabilirsek, sanırım bu sorunumuzu da çözmüş oluruz. 

Diyanet İşleri başkanlığına, geçmiş yıllarda sormuştum. Kur an ı Arapçasından değil de, mealinden okumamın bir sakıncası var mı dediğimde, bana verdiği cevap, bugün yaşadığımız İslam inancımızın, ne durumda olduğunu çok iyi anlatıyor. 
(Kur an ı mealinden okursanız, bilgi edinmiş olursunuz. Sevap kazanmak istiyorsanız, orijinalinden Arapça okumalısınız.)

İşte Diyanetin düşündürücü cevabı. Topluma önce sevap nasıl kazanılır, onu doğru öğretemediysek, bu toplumun Kur an dan gereği gibi faydalanmasını beklememiz hata olur. Sevap kazanmak istiyorsak eğer, önce Kur an ı anlayarak, düşünerek okumalıyız. Daha sonrada anladıklarımızı, hayatımıza geçirmeliyiz ki sevap kazanabilelim. Kur an ı anlamını dahi bilmeden okuyarak, sevap kazanacağımızı zannediyorsak, Rabbin huzurunda hiç hoş olmayan bir sürprizle karşılaşabiliriz. Gerçeği Allah bilir, bizlere düşen aklımızı kullanarak, elde Kur an imtihanımızı yaşamak olmalıdır.

Allah sizleri Kur an dan hesaba çekeceğim diyor. Bu durumda anlamını dahi bilmeden okuduğumuz bir kitaptan, imtihanımızı verebilir miyiz? Okulda öğretmen öğrencilerine, Fransızca bir kitap dağıtsa, öğrencilerde Fransızca bilmiyor olsa ve dese ki, çocuklar bu kitabı bir ay boyunca okuyun ve dersinize çalışın, sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim dese, acaba öğrencilerden nasıl bir cevap alır? Bakın bu örnek size ne kadar mantıksız geldiyse, günümüzde yaşadığımız İslam içinde, aynı mantığı bizlere dayatmaya çalışanlar var. Ama bunun farkında bile değiliz, çünkü imtihanımızı başkalarına havale etmişiz de ondan. Sizce kendi imtihanımıza, bizzat kendimiz çalışsak ve yaşasak, daha garantili bir sonuca ulaşmış olmaz mıyız? 

Yüce Allah ın koymadığı bir yasağı kimse koyamaz. Bizler Yüce Rabbin ruhundan bir parçasıyız, onun lisanı yoktur. Bizlerin içinden geçirdiğimizi, isteklerimizi dili bir kenara bırakın manen zaten bilir. Biz insanlar sözcüklere muhtacız, ama Allah muhtaç değildir. 

Lütfen artık İslam ı şahlandıralım. Kur anı yalnız duvara asılacak kutsal bir kitap olmaktan çıkarıp, anlayarak okuyalım ve anlayarak namazlarımızı kılıp, Yüce Rabbimizden niyazda bulunalım, ondan yardım isteyelim. Allah o günkü topluma, bakın eğer ben size Arapça bir Kur an indirmeseydim, bana şunları söyleyecektiniz diyor.

Fussilet 44; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi.

Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, tabi anlayana anlamak isteyene. Allah size Arapça Kur an indirmeseydim, bana itiraz edip sitem edecektiniz diyor. Ayetleri açıkça anlaşılır göndermeniz gerekmez miydi, biz Arap toplumuyuz ve peygamberimiz Arap, ama siz başka dilde bir kitap mı gönderdiniz diyecektiniz diyor. İşte Allah ın Arapça bir Kur an göndermesinin nedeni bu dostlar, daha açık nasıl söylesin Yüce Allah? 

Ana dilde ibadet yapmanın günah olduğunu söyleyenlere, namazda Allah tan kendi dili ile yardım isteyemeyeceğini savunanlara, aynı mantıkla şunu sormak isterim;
Arapça bilmeyen bir Türk toplumu ve Arapçadan başka dile tam olarak çevrilmeyen bir kitap ve Allah herkesin anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada bizi bu kitaptan mı hesaba çekecek?

Sorduğum soruyu herkes kendi nefisine sormalıdır. Kur an ile irtibatı olanlar, onun rehberliğinden, güneşinden istifade edenler, eminim ki bu sorunun doğru cevabını verecektir. Allah cümlemizin yardımcısı olsun, çünkü içimize sokulan fitne o kadar büyümüş ve yerleşmiş ki, Allah ın gerçeklerini gören duyan bile yok.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


 
Google : Şehit | Makale | Güncel Haber
Copyright © 2013. MakalePORT - All Rights Reserved
MakalePort Bir Sehidim.Com hizmetidir. | Şehit
Proudly powered by Blogger